🍸 Karadeniz Bölgesi Türküleri Ve Hikayeleri
1 Batı Karadeniz. u0001 Engebeli olan bölümde dağlar üç sıra halinde uzanır. u0001 Küre, Ilgaz ve Köroğlu dağlarıdır. u0001 Bolu, Yedigöller ve Abant bölümde yer alan heyelan set gölleridir. u0001 Gökçekaya ve Sarıyar önemli barajlarıdır. u0001 Ülkemizde ormandan faydalanmanın en fazla olduğu bölümdür.
Karadeniz insanı, sütü ve süt ürünleri elde etmek için beslediği hayvanlarını da kendisi kadar düşünen insanlardır. Hele kadınlar, onların inekleri süslemek için dokuduğu, aldığı, taktığı takılar, hayvanlara ne kadar sevgi beslediğinin ne kadar saygı gösterdiğinin de bir nişanesi ve bir vefa duygusudur aynı zamanda. Çünki, Karadenizlinin bir danası(buzak
Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nde hane, yakın zamanlara kadar küçüklü büyüklü dört yapıdan oluşmaktaydı: Ev, serendi / serender, samanlık ve fırın. Ev, Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, insanların barınması için inşa edilir. Samanlıklar hayvanların ihtiyaçlarının muhafaza edildiği, herhangi bir
Güneyden, Anadolu’dan Türkler’in Balkanlar’a gelip yerleşmesi, 1260’lara kadar varır. Kuzey Karadeniz Bölgesi’nden gelen Türkler, zamanla Hristiyanlık’ı kabul edip yerli Slav halkla karışmıştır. Anadolu’dan gelen Müslüman Türkler ise, kendi din ve kültürlerini saklamayı başarmışlardır.
Tatileksperaracılığıyla organize edilen Karadeniz Turları, Karadeniz Yayla Turları, Balayı Karadeniz Turlarında, İstanbul Avrupa Yakası ve Anadolu Yakasından hareketle tüm Karadeniz sahili boydan boya lüx otobüslerimiz ve deneyimli rehber kadromuz eşliğinde gezilmekte , muhteşem fotoğraflar, harika anılar, inanılmaz tatlar
Gün batımında muhteşem fotoğraflar sizleri bekliyor!!! Gezilerimiz sonunda yaklaşık 1 saatlik yolculuk sonrası akşam yemeği ve dinlenme için otelimize ulaşıyoruz. Karadeniz Bölgesi’ nin nefes kesici yemyeşil ormanları ve muhteşem fırtına deresi manzarası ile otelimiz, doğanın tam da kalbinde sizi bekliyor. (2.
VIP 270 TL. kişi başından. Detaylar. 1 2 >. Karadeniz bölgesinde gezilecek olan yerleri bu turlarımız ile keşfedebilirsiniz. Trippters Karadeniz turlarından faydalanmak için hemen iletişime geçin. Güzel ülkemizin en güzel bölgelerinden biri olan Karadeniz bölgesi yeşil ile mavinin kusursuz buluşmasını gözler önüne getiriyor.
Karadeniz'de tarihin sıfır noktası: Kahin Tepe! Kastamonu 'nun Araç ilçesindeki Kahin Tepe, ortaya çıkarılan yapılarda yapılan incelemeler neticesinde, Karadeniz Bölgesi 'nde şu ana
Hekimoğlu İbrahim ile ilgili makalemizi Ünye Vizyon Gazetesi’nin 02 Kasım 2009 tarihli ilk sayısında 2 yayımlamıştık; aynı bilgileri mükerreren aktarmayacağım. 1946, ÜnyeVelibayraktar (Genehor) köyü doğumluOzan Hamdi TANSES, Eylül 2010’da yayımlanan “Ünye Şarkı ve Türküleri” 3 adlı kitabın 63. sayfasının
AbBrrh. Mavi Göl her ne kadar ilk duyduğunuzda size bir sinema filmini hatırlatsa da Doğu Karadenizin bir başka tabiat harikası olarak, binlerce yıldır görenleri büyülüyor. Giresun’da Sodalı Göl olarak da bilinen bu muhteşem keşif rotasını sizler için yazarımız Raşit Tosun gezdi gördü ve yazdı. Mavi Göl gezi rehberi Giresunun Dereli ilçesinde keşfedilen ve Kuzalan Tabiat Parkı sınırlarına dâhil edilen Mavi Göl, turkuaz rengiyle yerli ve yabancı turistleri kendine hayran bırakıyor. Doğu Karadeniz Bölgesi sınırlarında Kuzalan Tabiat Parkı’nın en güzel manzaralardan birine sahip olan Mavi Göl, bölgede sodalı suyun dere halinde aktığı tek yer özelliğine sahip… 3 gölden meydana gelen ve bölgede yaşayanların Sodalı Göl diye adlandırdığı Mavi Göl’ün suyu kireç taşları ve sodalı suyun etkisiyle turkuaz rengini alıyor. Yeni keşfedilmiş olmasına rağmen büyük ilgi görüyor Mavi Göl nerede ve nasıl gidilir? Bu eşsiz doğal güzellik Giresun’un Dereli ilçesinde bulunuyor. Dereli ilçesi Giresun kent merkezine 32 kilometre uzaklıkta, 20 bin kişinin yaşadığı küçük bir ilçe.. Kuzalan Tabiat Parkı sınırlarına dâhil edilen bu doğal güzelliğe ulaşım ise çok kolay diyebilirim. İstanbul’dan uçak ile buraya gelmek isteyenler Ordu-Giresun Havalimanı, ardından da araç kiralama ile kent merkezine gidebilirler. Yolcu360tan Ordu – Giresun Havalimanı araç kiralama fiyatlarına bakmadan yola çıkmayın. Karadeniz’in doğası biz insanları her zaman kendine hayran bırakmıştır. Karadeniz bölgesi Ayder Yaylası onlarca yaylayı, doğal güzellikleri, türküleri ve hikayeleri bağrında barındırıyor. Karadeniz’e gidip ona âşık olmayan yoktur herhalde. Karadeniz’in en güzel kentlerinden biri olan Giresun’un Dereli ilçesinde bulunan ve Kuzalan Tabiat Parkı sınırlarına dâhil edilen Mavi Göl, 2014 yılında yapılan keşif sonrasında her yıl ortalama 100 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor. Özellikle trekking, fotoğraf ve doğa tutkunu olan yerli ve yaban yabancı turistler tarafından ziyaret edilen bu doğa harikası yere ilgi her geçen gün daha da artıyor. Kuzalan Tabiat Parkı ve Mavi Göl yaklaşık 1800 metre boyunca devam eden traverten ve şelalesiyle yerli-yabancı turistlerin dikkatini çekiyor. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde sodalı suyun dere olarak aktığı tek yer olan Mavi Göl, özellikle bazı aylarda turkuaz rengine bürünen suyu ile kendine hayran bırakıyor. Çeşitli büyüklüklerde 3 gölden meydana gelen, halk arasında da Sodalı Göl’ olarak isimlendirilen bu doğa harikası, kireç taşlarıyla suyun karışmasıyla turkuaz rengine bürünüyor. Mavi Göl’de kamp alanları var mı? Karadeniz bölgesinde Ege ve Akdeniz bölgelerine gibi çok fazla kamp alanı yoktur. Genelde bu bölgeye ziyaret eden insanlar doğa ile baş başa kalmayı tercih ediyor diyebilirim. Şu anda Mavi Göl etrafında hizmet veren bir kam yeri yok ama çadır kurarak kamp yapmak isteyenler için müsait birçok alan var. Mavi Göl’de kamp alanları arayan arkadaşlara tavsiyem, güzel manzaranın olduğu doğa ile yalnız kalabileceğiniz her yer sizin için en güzel kamp alanı olacaktır.
0150 1 Çevrimdışı Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır. "Giresun'un İçinde" Türküsü ve Hikayesi "Giresun'un İçinde" Türküsünün Hikayesi Ressam Şeker Ahmet Paşa - Resim Adı Orman ve Geyik Giresun yöresine ait olan "Giresun'un İçinde" türküsünün hikayesini konu alan Feride'de güzel bir kıza sevdalı iki delikanlı arasında yaşanan çekişme anlatılıyor. Karadeniz'in suları gibi hırçın bir yapıya sahip olan Feride, Giresun'un şirin bir köyünde yaşar. Genç kız, köyün mazlum delikanlısı Ömer ile tutkulu bir sevda yaşamaktadır. Feride'nin ailesi de bu birlikteliği onaylar. Fakat Feride'ye sevdalı bir diğer kişi de köyün belalılarından Musa'dır. Feride'nin Ömer ile bir sevda yaşadığını öğrenen Musa çılgına döner. Peşine adamlarını da takarak genç adamı öldüresiye döver. Feride'den vazgeçmeye niyeti olmayan Ömer ailesini de alarak genç kızın evine giderek söz keserler.* * * Giresun - Ali Osman Özyakupoğlu - Mustafa Küçük - Azize Gürses Giresun'un içinde İki sokak arası Altı kurşun attılar Üç de piçak yarası Vuruldum düştüm yere Gidemedum uzağa Ne edelum sevduğum Düşürdüler tuzağa Giresun'un içinde Yeşil fındık bahçesi Vurdular sevduğumi Feride'mi Yere düştü kopçası Vuruldum düştüm yere Gidemedum uzağa Ne edelum sevduğum Düşürdüler tuzağa Vuruldum sevduçeğum Kanar yüreğum kanar Alamadum ben seni Yanar yüreğum yanar Vuruldum düştüm yere Gidemedum uzağa Ne edelum sevduğum Düşürdüler tuzağa 1547 2 Çevrimdışı Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır. Cevap "Giresun'un İçinde" Türküsü ve Hikayesi Güzel türkü... Sevda hikayesi... Paylaşım için teşekkürler İlya 3 Üyemiz Dilem'in Mesajına Teşekkür Etti.
1. Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri Türkiye’de Türklerin varlığı ile ilgili ilk bilgiler 3000 yıllarına kadar inmektedir. Hattuşaş’ta bulunan III. bin yılın sonlarına, 2200’lere ait bir belgede Türkiye’de Türklerin bulunduğu, kralları İlşu Nail’in Anadolu’ya girmek isteyen Akkadlarla savaştığı kaydedilmiştir. 2200’lerde Akkad İmparatoru Naram-Sin Anadolu’ya bir sefer düzenlemiştir. Bu sefer ve savaşlar, “Şartamhari Metinleri” adıyla bilinen yazılı raporda anlatılmaktadır. Metinde Akkad imparatorunun Anadolu’daki Hatti Kralı Pampa’nın önderliğindeki 17 şehir devletinin oluşturduğu birliğe karşı savaşması anlatılmaktadır. Metnin 15’inci satırında Türki Kralı İlşu-Nail’in de bu birlik içinde yer aldığı kayıtlıdır. Şartamhari Metinleri Hattusaş arşivinde ele geçirilen metnin kopyası KBo III, 13 metin şöyledir [ilk 7 satır kopuk] 8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler, 9. Gaşua kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu, 10. Ulluwi kralı Lupanailu sonra ... kralı ... İnmipailu, 11. Hatti Kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani ... kralı Nur-Dagan, 12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki, 13. Armanu kralı Mudakina, Sedir Dağları kralı İşgippu, 14. Larak kralı Ur-Larak, Nikku kralı Ur-Banda, 15. Türki kralı İlşu-Nail, Kuşaura kralı Tişkinki, 16. Toplam on yedi kral ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum, 17. Hurrilere karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra Tanrılara şarap takdim ettim, 18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavenet etmedi Memiş; “Orta Doğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”, naklen. Bu metin, Hititçe ve Hitit çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu metin Güterbock tarafından 1938’de yayımlanmıştır. Güterbock; Karadeniz’in Güneyinde İlk Türk Kavimleri a. Kutlar / Gutlar 2500 yıllarında Mezopotamya’nın kuzeyinde hüküm sürmüş Kutların Türkçe konuşan bir kavim olduğu konusu bilim dünyasının aydınlattığı bir gerçektir. Kut kavminin Türk kökenli olduğunu ünlü Sümerolog Prof. Benna Landsberger, 1937’de yapılan Tarih Kurultayı’nda ATATÜRK’ün huzurunda açıklamıştır. Landsberger, ölüm yılı olan 1968’e kadar bu konuyu geliştirmeye çalışmış, konu ile ilgili olarak dersler ve konferanslar vermiştir. Kut dili ile Eski Türkçenin bağlantısı üzerinde çok emek harcamış, devrinin önemli bilim adamları olan A. von Gabain ve László Rásonyi’nin de onun görüşlerine katıldığı anlaşılmaktadır. Landsberger, Anadolu’da yaşamış Gutium yahut Kutium milletinin Kutlar olduğunu, bu kelimenin Akatça nispet eki -ium aldığını belirtmiştir. Kütahya ilimizin eski kaynaklardaki ismi Kutium’dur. -ium’un Akatça nispet eki dikkate alındığında adı geçen şehrimizin kurucusunun Kut/Gutlar olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kutlara ait yazıtlardan anlaşıldığına göre kağanlarının adlarının Yarlagan, Tirigan, Şarlak /Çarlak, El-ulumuş, İnim-bakaş oluşu, onların Türk milletinin bir parçası olduğunu aslında şüpheden uzak tutmaktadır. Kutlar B. Hrozny’ye göre Hazar denizinin güneydoğusunda, Türkistan’da oturmakta iken daha sonra 2500-2400 yıllarında Hazargölü çevresinden batıya doğru göçmüşlerdir. Kutlar 2500 yılından sonra Akkad’ın Samî Krallığı’nı yıkıp Mezopotamya’da 125 yıl hüküm sürmüşlerdir. M. A. Beek ise onların Kerkük ve çevresinde yaşadığını bildirmiştir. Doğudaki dağlarda yaşayan Kut/Gutlar, 2300’lü yıllarda Mezopotamya’ya saldırıp büyük tahribatlar yapmışlardır. Bu saldırılar sırasında temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının büyük oranda yükseldiği, asayişin bozulduğu tarihî kaynaklarda bir ayrıntı olarak yer almaktadır. Pek çok bilim adamı tarafından Kutların 2260-2223’ten sonra Dicle ırmağının kuzeyine doğru göçtükleri iddia edilmektedir. Daha önce İran’daki Zağros dağlarının eteklerinde yaşayan Kutlar, 2150’de Akad İmparatorluğu’nu yıkmışlar ve Anadolu’da hâkimiyeti ele almışlardır. Bizans İmparatoru Mihail 1042’de İstanbul’dan doğuya doğru sefere çıkar, Gutların memleketini tâbiyeti altına sokar. Bizans İmparatoru Diojen, Alparslan’ın ordusunu karşılamak üzere Malazgirt’e giderken askerlerinin arasında Gutlar da bulunmaktaydı. Kutçadan kalan kişi, tanrı, yer adlarını ve cins isimlerin yapısını ve köken bilgisini Sümerolog Kemal Balkan tahlil etmiş ve Türkçe ile Kutçanın bağlantısını ortaya koymuştur. 400’de şimdiki Ordu ilimizin ismi Kotyora olarak kaydedilmiştir. Bu ismin hangi tarihte bu şehre verildiği belli değildir. Ancak 400’den önceleri de şehrin bu isimle bilindiği anlaşılmaktadır. Bu isim büyük bir ihtimalle kot kut yorası yöresi kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş olmalıdır. I. yüzyılda Plinius bu şehri yine aynı isimle kaydetmiştir. Trabzon’da bulunmuş 483 tarihli bir onarım kitabesinde, onarıma yardım edenler arasında Gutlar da sayılmıştır. Bu bölgede Kut isminin Kot biçiminde söylendiği ve kayıtlara geçtiği, Kutlara ait bir ölçü birimi olan kot ve Komar/Kumar boyunda da görülmektedir. Bu, Yunan alfabesinde “u” sesinin olmayışından kaynaklanıyor olsa gerektir. Çaykara’ya bağlı Demirli köyünün eski ismi Kotu’dur. Araklı ilçesi Turnalı, İyisu, Pervane köylerinin ortasındaki tepenin ismi Kudula’dır. Trabzon’un yaylalarından birinin adı Kuti’dir. 1455’te Ordu’da Kutlucalu, Kutlulu Bolaman, Kutlulu Bozat adlı karyeler bulunmaktadır. Çorum’da Kutigin, Tokat-Sonisa’da Kutlu, Karahisâr-i Şarkî’de Kutluca, Canik’te Kutluca Baba, Kutlucaviran Reşadiye, Bayburt’ta Kutlulapa, Malatya’da Kutludere, Bolu’da Kutluviran, Kutluboğa, Kocaeli’de Kutluca İznik, Kutluca Gebze adlı yerleşim yerleri bulunmaktadır. Artvin, Rize, Trabzon, Erzincan, Bayburt, Kars, Bitlis ve köylerinde altı-sekiz kilo tahıl alan tahtadan yapılmış ölçeğe Kot/Kut denilmektedir. “Kot” kelimesinden türeyen kotar- “bir kaptan diğer kaba yemek boşaltmak”, kotarılma, kotarılmak, kotarma kelimeleri Türkiye Türkçesinde işlek kelimelerdir. Konuyu daha ilgi çekici duruma getiren ise 1069’da aynı ölçeğin bilinmesi; hem Balasagunlu Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde kotur- “boşaltmak”, kotrul- “boşaltılmak”, hem de kut biçiminde Anadolu’da kullanılmasıdır. Trabzon ve yöresinde, kepçeye; hamur ve çeşitli sıvı yiyecekleri karıştırmada kullanılan dört çatallı değneğe; meyve toplamaya ve balık tutmaya yarayan ucunda torba olan sırığa kotal, gıdal, kuteli denilmektedir. Bu kelime kutal, kuteli olarak tarafımızdan yüzlerce kez tespit edilmiştir ve yakında yayımlanacak olan Trabzon İli ve Yöresi Ağızları’nda 3 cilt ayrıntılı olarak işlenmiştir. b. Kaslar / Gaslar Gaslar, Babil Kralı Hammurabi’nin 1750’de ölümünden hemen sonra Babil’e saldırmışlar, ancak başarısız olup geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Dağılan Kaslar Fırat kenarında Ana Hana şehrinde toplanmışlardır. 1677-1100 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm sürmüşlerdir. Yani 1700 yıllarında Türkçe konuşan Kaslar, Mezopotamya’nın kuzeyinde, Anadolu’da yerlerini almışlardır. 1680-1160 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren bir Kassit Devleti bulunmaktadır. Bu devletin krallarından ikisinin adı, I. Kurigalzu, XV. ve XIV. yüzyıllar; II. Kurigalzu, 1343-1321 Kurigalzu’dur. Kas Devleti’nin kağanlarının bazılarının isimleri şunlardır Gandaş, Agum, Abirattaş, Tazzigurumaş, Burnaburiaş, Ulamburiaş, Karaindaş, Kadaşman, Karahardaş, Kudur, Adad, Marduk, Zababa. Harezm’in eski idare merkezinin adı Kas olup Harezm Türkçesinde “çölde duvar” manasına gelmektedir. Bu şehir önemli bir medeniyet merkezi iken IV. yüzyılda siyasî önemini kaybetmiştir. 333’te Yeşilırmak üzerinde, Pers Strabı Ariarates’in idaresi altında olan Gaziura adlı bir şehir muhtemelen Amasya yüzyıllar sonra bu şehirden bahsetmektedir. Ayrıca Orta Karadeniz Bölgesi'nde Gaslarla ilgili üç yerleşim yerinden daha bahsetmektedir Gazacene, Gazira, Gazelonitius. Kaynaklardan anlaşıldığına göre Kasların bir bölümü Anadolu içlerinde iken diğer bir bölümü Altaylar bölgesindedir Kara Balasagun’da bulunan Göktürk alfabesi ile 752’de yazılmış Terhin Kitabesi’nde ve Moğolistan’da Tes ırmağı vadisinde bulunan 750’de yazılmış Tez Kitabesi’nde bu Türk boyunun ismi Kasar biçiminde geçmektedir. Kitabelerden Kasarların bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan Altaylar bölgesinde, Tes ırmağının doğduğu yörelerde oturdukları anlaşılmaktadır. Kasarların bir başka bölümü Hazar denizi çevresindedir. 576’da Göktürk Devleti sınırının Karadeniz kıyılarına ulaşmasından sonra, Batı Göktürk Devleti’nin batıdaki uç noktasını Kasarlar oluşturduğu için Çin kaynaklarında da yerini almıştır. Bizans sınırında yer almaları dolayısıyla Bizans kaynakları da onlardan, bu tarihlerde, sıkça söz etmektedir. Aslında batıya gelen Kasarlar, kendilerinden 558’de Sasanî-Sabar Savaşı’nda söz ettirirler. Hazarlar, VII. yüzyılın ortalarına doğru Göktürklerden kopup müstakil bir duruma gelmişlerdir. yüzyıllar arasında, Hazar denizinin batısında, Don, Volga ve Kafkasya üçgeninde, geniş bir coğrafyada Hazar Devleti’ni kurmuştur. Hazar Devleti’nin kuruluşunun 650 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzyılın ikinci yarısında Gürcistan ve Azerbaycan’a akınlar yaptıkları ve Tiflis’i topraklarına kattıkları bilinmektedir. 626’da Sasanîlerle Avarlar İstanbul’u kuşatmışlardır. Bunun üzerine Bizans İmparatoru II. Konstans Herakleios 641-668, Tiflis yakınlarında Hazar Yabgusu ile görüşmüş, ondan aldığı kişilik bir ordunun yardımıyla Anadolu’yu Sasanî ve Avarlardan kurtarmıştır.* *Hazarların Anadolu'daki varlıkları 600'lü yıllara kadar gitmektedir. Bizans-Sasanî savaşları sırasında Hazarlar Bizans tarafını tutmuş ve onlara askerî bakımdan yardım etmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak Hazar-Bizans dostluğu daha da artmıştır. Bizans İmparatoru II. Justinianus 685-695, 705-711 ve 741-775 Hazar prensesleri ile evlenmişlerdir. ile Hazar Prensesi Çiçek'in oğulları IV. Leon Hazaros 775-780, tarihte Hazar Leon olarak bilinmektedir. İbrahim Kafesoğlu; Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1999, Brook; Bütün bunların doğal sonucu olarak Hazarlar Anadolu içlerine kadar inip yer yer bu coğrafyaya yerleşmişlerdir.* Tiflis ve çevresini uzun süre ellerinde tutan Hazarlar, zaman zaman Karadeniz’in güneyinde de etkili olmuşlardır. Osmanlılardan önce Hatay Kel dağının adı, Yunan haritalarında Kasios, Romalıların haritalarında ise Casius olarak kaydedilmiştir. Hazar denizinin iki ismi vardır. Batılılar Hazar denizine Caspium Kaspium demektedirler. Kelime kökü Kas’tır, -ium ise Akatça nispet ekidir. Türkçe kaynaklarda ise Hazar Kasar’dır. Hem batı dillerinde hem de Türkçede kelimenin kökünün aynı oluşu gerçekten ilgi çekicidir. Durum böyle olunca Kafkasya kelimesindeki “kas”ın kaynağının da Kaslar olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1486’da Maçka’ya bağlı Guzari köyünün isminin Gas/Kasların bir hatırası olduğu düşünülmektedir. Ordu merkez Artıklı köyünün bir mahallesinin adı Gas köyüdür. 1530 yılında kaleme alınan tahrir defterlerine göre Sivas ve Tokat-Kasin, Kara-hisâr-i Şarkî Kasir, Trabzon Kasırcalu, Kemah-Gazgar ve Kasan, Bayburt İspir-Kasalu-viran, Malatya-Kasaba, Kasrik, Gerger ve Kahta-Kasrik yer adları geçmektedir. Bu isimlerin Kaslarla ilgili olabilme ihtimalleri bulunmaktadır. İhtimallerin doğruluğu ileride yapılacak araştırmalarda ortaya çıkacaktır. c. Kurlar/Gurlar Gurların ana vatanının Çin sınırlarında olduğu anlaşılmaktadır. Gurların bir bölümü, bilinmeyen veya tespit edilemeyen bir tarihte, diğer pek çok Türk boyu gibi batıya göçmüşlerdir. Orta Asya’da kalan bölümü daha sonraki asırlarda tarih sahnesinde Uygur Gur > Ugur > Yugur > Uygur ismiyle yer almışlardır. Batıya göçenlerin bir bölümü Fin-Ogurlar olarak günümüzde dünya üzerinde yerlerini almışlardır. Macarların Hungar adına gelene kadar geçirdiği aşamaların şu şekildedir On-Gur > Hungar. Bulgafiiline bağlanması gelenek hâline gelmiştir. Bulgar ismi ise belki de Beş-Gur>Bel-Gur> Bulgar gelişmeleriyle günümüzdeki biçimine gelmiştir. ç. Kimmerler Türk kavimlerinden Kimmerler ve Sakaların 2000’li yıllardan itibaren Anadolu’ya, dolayısıyla Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Ön Asya’nın bilinen ilk Türkleri Kimmer ve Sakaların Karadeniz Bölgesi’nde iskân ettikleri bilim âleminin ortak görüşle kabul ettiği bir gerçektir. VI. yüzyılda Aiskhylos, Karadeniz kıyılarındaki Skythiaları Sakaları tanıtmaktadır. II. yüzyılda Polybios, Historiae adlı eserinde Karadeniz kenarlarında Kimmer boğazından ve İskit yaylalarından bahsetmektedir. Kimmer ve Sakalarla ilgili önemli ve ayrıntılı bilgiler, Atinalı Ksenophon’un 430-355 Anabasis 400-401 adlı eserinde yer almaktadır. Pers İmparatoru Keyhüsrev, kendi lehine savaşması için Yunanlı bir orduyu paralı asker olarak ülkesine çağırır. Keyhüsrev’in ölümüyle sonuçlanan Runaksa Savaşı’ndan sonra bu ordu, Eylül 401-Mart 399’da memleketlerine dönerken Fırat vadisinden Karadeniz’e ulaşır. Trabzon’a ulaştıktan sonra sahile paralel olarak Sinop’a kadar yürürler. “Onbinlerin Dönüşü” adıyla tarihe geçen bu yolculuğu Ksenophon, Anabasis adlı eserinde ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Yunanlı askerlerin maceralarını anlatan eser, Karadeniz Bölgesi’nin etnik yapısıyla ilgili çok önemli bilgiler vermektedir. Ksenophon’a göre Karadeniz Bölgesi’nde bu yıllarda şu kavimler bulunmakta idi Onbinler önce “Taokhlar”ın memleketine gelir. Sonra madencilikleriyle tarihe mal olmuş “Khalybler”i karşılarında bulurlar. Bayburt ovasında ise İskit/Sakalara rastlarlar. Trabzon tarafına doğru ilerlerken Makronlar ile karşılaşırlar. Batıya doğru ilerlediklerinde Kolkhlar, Driller, Massynoikler, tekrar Khalybler ve Tibarenlerin memleketlerinden geçip Sinop’a ulaşırlar. Onbinlerin Karadeniz’e ulaştığı yüzyıllarda ise Trabzon’un doğusunda Bechireler, Ekekheirieler ve Kolkhlar oturmaktaydı. Bu kavimlerin hiçbiri Yunanca konuşmuyordu. Bir başka ifade ile Onbinler, bu kavimlerin herhangi biri ile aynı dili konuşarak anlaşamamışlardır. d. Sakalar / İskitler Sakaların ismi Anabasis’te Skythenler İskitler biçiminde geçmektedir. Onbinler, Taokhlar ve Kaliplerin memleketlerini geçtikten sonra Skythenlerin yurtlarına ulaşırlar. Bahsedilen bölge büyük bir ihtimalle Bayburt ve yöresidir. Çince Se, Sai Sak; Farsça Saka; Yunanca Skythai İskitler; Hititçe Sakas adıyla geçen Saka Türkleri, XII. yüzyıldan itibaren Hazar denizi ile Tanrı dağları arasında geniş bir coğrafyaya hâkim idiler. Saka kelimesi Farsça “göçebe” sözcüğünün eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. VII. yüzyılda Tuna’ya kadar ulaştılar. Daha sonraki zamanlarda topraklarını genişletmeye devam ederek Hindistan’a indiler. Bütün İran’ı ellerine geçirdiler. Böylece Orta Asya’nın büyük bir bölümünde hâkimiyet kurarak bir imparatorluk durumuna geldiler. Sakaların sınırı Karadeniz kıyılarına kadar uzanmıştır. Kurdukları imparatorlukta yönetici kendileri idi. Yönetimleri altında çeşitli milletler bulunmaktaydı. Bunlar arasında İranlılar da vardı. Bu yüzden bazı tarihçiler onları İran kökenli göstermek istemişlerdir. Hâlbuki Orta Asya’da yapılan kazılarda elde edilen bulgular, Sakaların sanat ve dillerinin Türk kültürü ve dilinin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Kazakistan’ın Almaata kenti yakınlarında yapılan kazılarda elde edilen malzemelerden Göktürk alfabesine benzer bir alfabe kullandıkları anlaşılmıştır. Çıkarılan kaplar üzerindeki yazıda “Khan uya üç otuzı yok boltı utıgsa tozıldı Hanın üç oğlu yirmi üç yaşında yok oldu, halkın? adı sanı da yok oldu” cümlesi yer almaktadır. İran destanlarında Afrasiyap, Divânü Lûgati’t-Türk’te Alper Tunga biçiminde adı geçen kahramanın Sakaların kağanı olduğu sanılmaktadır. Alper Tunga’nın ismi Şehname'de İran-Turan savaşının anlatıldığı bölümde geçmektedir. Bu durum aslında şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Sakalar, tarih içinde zaman zaman Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Ksenophon’a göre 400’de Trabzon’a yakın bir yerde yaşamaktadırlar. Onlar, günümüz Türkiye’sinin doğu bölgesinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Sakaların bir boyu olan Phasian/Pasinler ve onların alt kolları olan Orbetler, Pasanlar, Gagavanlar, Kurmançlar, Sahatlar, Çavdarlar ve Şorlar Türkiye’nin doğusunda yerleşmişlerdir. Sakaların boyları Karduklar, Botiler ve Paktuk Türkiye’nin muhtelif yerlerinde iskân etmişlerdir. Yine Türkiye’deki Garzan, Arzan, Guran, Müküs, Albak Akari Hakkari, Zap, Uşani, Botan, Kardak, Kürdek ... yer isimleri ve bu isimlerin bozulmuş biçimleri onların boy, soy ve aile isimlerinin miraslarıdır. Sakaların ilgi çekici bir mirası da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara ve Ankara isminin kaynağıdır. Yakutistan’da da Angara isimli bir şehir bulunmaktadır ve tıpkı Ankara gibi tiftik keçisiyle meşhurdur. Bilâl Ak; "Ankara Adının Kaynağı ve Yeni Bir Yaklaşım" Türk Yurdu, Sayı 176, Nisan 2002, Sakalar, II. yüzyılın sonlarına doğru zayıflayıp yıkılırlar, Hunlar ve diğer kavimlerin arasına karışırlar. Çok az bir kısmı Moğol dönemine kadar varlığını sürdürmüştür. Moğol istilâsı sırasında kuzeye çekilmişlerdir. Günümüzde Moğolistan’ın kuzeyinde yarı bağımsız bir devletleri olan Yakut Türkleri, Sakaların/İskitlerin torunlarıdır. Trabzon çevresinde Sakalarla ilgili en önemli kalıntı, yer isimleridir. Rize’nin güneyinden başlayıp yılan biçiminde doğuya doğru uzayan dağların ismi, Silan Yılan dağıdır. Türkiye Türkçesinde kelime başında yer alan y seslerinin Yakut Türkçesinde s- ile karşılanması hem Yakut-Saka bağlantısını ortaya koymakta hem de bölgede Sakaların varlığı konusunda bize önemli bir ipucu vermektedir. Amasyalı Strobon 21, Geographica adlı eserinde Skydises / İskit dağından bahsetmektedir. Maçka’nın güneydoğusunda yükselen bu dağın adı bugün Kolat dağlarıdır. Heredot’un Karadeniz’in kuzeyindeki İskitler olarak tanımladığı Skolat/Kolatların ismine Kolat dağları olarak rastlamamız oldukça ilginçtir. Ayrıca Kolat/Kolatoğulları aile adı bu yörede hâlâ yaşamaktadır. Artvin Yusufeli Barhal köyünde bir Kolalet Kolat yurdu anlamında Mahallesi Altıparmak köyü Uzun Çalı Mahallesi bulunmaktadır. Çaykara’nın Şahinkaya köyünün eski ismi Şur/Şor; Trabzon merkez ilçeye bağlı Çamoba köyünün eski ismi Potila Sakaların bir boyunun ismi Poti’dir; Arsin’in Yolaç köyünün eski ismi Mukuzi Sakaların bir kolunun ismi Müküs’tür’dir. Bu yerleşim yerlerinin ismi, Saka Türklerinin günümüze kalan mirasıdır. Kardukların İskitlerin bir boyu olduğunu yukarıda söylemiştik. Akçaabat’ın Gardı/Gurdu Mera, Maçka’nın Hortuk Obi Bala ve Hortuk Obi Vasat adlı yerleşim yerlerinin isimlerinin İskitlerin Kardak boyu ile ilgili olduğu tahmin edilmektedir. ORTA VE DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ’NİN TARİHÎ ALT YAPISI TARİH - ETNİK YAPI - DİL - KÜLTÜR Doç. Dr. Necati DEMİR Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, 2005 ___________ Anadolu’da kurulan devletlerin, tarihin hemen her döneminde karşılıklı olarak anlaşmazlıkları olmuştur. Çünkü bu kara parçasının her zaman stratejik önemi görülmüş ve üzerine diğer devletler tarafından hesaplar yapılmıştır. Türkiye’nin yer aldığı bu coğrafya, asırlar boyunca insanların gereksinimleri ve bunları sağlama yollarının, güç denge ve kaynaklarının değişmesine karşın, önemini artırarak korumaya devam etmektedir. Bu coğrafyayı yurt tutan Türkler, daha az ilgi çeken bölgelerde yaşayan uluslara kıyasla daha dikkatli, kendilerini bekleyen tehlikelere karşı daha hazırlıklı ve güçlü olmak zorundadırlar. Bu sadece vatan sahibi olarak özgür ve bağımsız olmanın değil, aynı zamanda yaşamanın ve yaşamı sürdürebilmenin de ön koşuludur. Türkiye’nin konumu nedeniyle dünya üzerindeki önemini etkileyen maddeler alt alta yazıldığı zaman nedenlerin çok olduğu görülmektedir. Siyasî, ticarî, askerî, iktisadî, stratejik ve hatta tarihsel yönlerden üzerinde yaşayanlara büyük olanaklar bahşeden böyle bir vatanda yaşamak gurur vericidir. Ancak, bu olanakları güce dönüştürüp ulusal bilinçle hareket edilmez ise önemi ile orantılı olarak karşıtlarının da olabileceği bilinmelidir. Türkiye, bir tarafta dış güçlere karşı kuvvetli olmak zorunda iken, diğer taraftan eğitim eksikliğinden kaynaklanan sorunlarla da mücadele etmektedir. Ne yazık ki, sonrakiler öncekilerden daha az önemsiz değildir. Bu bağlamda soru şudur Bu vatana göz dikenler mi daha tehlikeli yoksa, üç tarafı denizlerle çevrili bu toprakların hangi zorluklar, çileler ve meşakkatlerle vatan yapıldığının farkında olmadan yaşamak mı? Bu millet bilinen en eski tarihlerden beri yeri gelmiş ordular hâlinde vatanı için cephelere koşmuş, yeri gelmiş kendi toplumsal ve kültürel değerlerini yaratarak bu toprakları vatanlaştırmıştır. Çünkü toprak, bağrında yaşayan insanların dili, dini, yaşam biçimi ve anlayışı, toplumsal ve kültürel değerlerinden üzerine aldıklarıyla vatan olur. Dağların, derelerin adı Türkçe ise, insanlar Türk kültüründen hatıraları ad olarak taşıyorlarsa, işte orası Türk yurdudur. Yüce ATATÜRK’ün 31 Ocak 1923'te İzmir'de eski gümrük binasında halka yaptığı konuşmasında "Buralar kırk asırlık bir ecdat yurdudur." diyerek, Türk kimliği ve Türk tarihine büyük önem vermesi, bu düşünceler ışığında daha iyi anlaşılmaktadır. Evet, Anadolu’nun kırk asırlık Türk yurdu olması önemlidir; ancak, bunun bilincinde olmak da bu gerçek kadar önemlidir. Ulusal bilinç, ulusal kültür varlıklarımızı araştırmak ve belgelerini ortaya koymakla gelişecektir. “Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin Tarihî Alt Yapısı” adlı elinizdeki bu eserin ulusal bilince katkıda bulunacağını umuyoruz. Erdoğan KARAKUŞ Dr. Hv. Korg. ATASE ve Dent. Başkanı Tarihî kaynaklar, yer isimleri, yörede konuşulan Türkçenin özellikleri, mimarî eserler, halk oyunları ve diğer kültür unsurları dikkate alındığında Trabzon ve çevresi, Türkiye’nin Türkleşen ilk bölgesi olduğu anlaşılmaktadır. Turan kökenli Kutlar, Kaslar, Kurlar, Kimmerler, Sakalar, Alanlar, Avarlar ve Komarlar ile Türk kökenli Hunlar, Bulgarlar, Macarlar, Uzlar, Karluklar, Kumanlar/ Kıpçaklar, Kırgızlar ve Peçenekler; Oğuz Türklerinden önce Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleşmişlerdir. Selçuklu Türkleri Malazgirt Savaşı’ndan hemen sonra 1080 yılında Trabzon ve çevresini topraklarına katmış, ancak kısa bir zaman sonra bölgeden geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Selçuklu Devleti zamanında kurulan Saltuklu Beyliği, Dânişmendli Beyliği ve Mengücek Beyliği topraklarını kuzeye doğru genişleterek Karadeniz sahillerine yaklaşmışlardır. Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne yakın coğrafyalarda kurulan Hacıemiroğulları Beyliği, Taceddinoğulları Beyliği, Şebinkarahisar Emirliği, Erzincan Emirliği sınırlarını sürekli Trabzon ve çevresine doğru genişletmişlerdir. Akkoyunlular, Doğu Anadolu Bölgesi’nden kuzeye doğru ilerleyerek Doğu Karadeniz Bölgesi’nin arkasındaki dağlara kadar ulaşmışlar, hatta çeşitli yollarla Karadeniz’in sahillerine inmişlerdir. Sürmene’nin Halanik köyünde Akkoyunluların bir pazarının olması gerçekten ilgi çekicidir. Trabzon ve çevresi, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Trabzon ve çevresi Osmanlı topraklarına katılmadan önce bu yörede yaşayanların çoğunluğunun Hristiyanlaşan Türkler olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. Oğuzlardan önce gelip Trabzon ve çevresine yerleşen Türklerin ağız özellikleri hâlâ korunmaktadır Kelime başında k- ve t- ünsüzlerinin korunması, y->c-, -g->-v- değişmeleri, şahıs zamirlerinin bular, olar, şular biçiminde söylenmesi bunlardan bazılarıdır. İslâmiyet öncesi Türk kültür unsurlarından olan kurt dede motifi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde hâlâ canlılığını korumaktadır. Eski bir Türk yaylı sazı olan kemençe, bölgenin en önde gelen müzik aracıdır. Kaynağı Orta Asya olan serender mimarlık biçimi, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde en az 2400 yıldır bulunmaktadır. Serender mimarlık biçimi ile yapılan ahşap camiler ve ahşap camilerin içinde yer alan motifler ise Türk kültürünün bir ansiklopedisi durumundadır. Doç. Dr. Necati DEMİR Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri 2. Karadeniz’in Güneyinde İlk Türk Kavimleri a. Kutlar / Gutlar b. Kaslar / Gaslar c. Kurlar / Gurlar ç. Kimmerler d. Sakalar / İskitler 1 Taokhlar 2 Kalipler 3 Makronlar 4 Kolklar 5 Drayalar 6 Massagetler / Massyonikler 7 Tibarenler 3. Komarlar / Kumarlar 4. Hunlar 5. Bulgarlar 6. Alanlar 7. Sabarlar / Sabirler 8. Hazarlar 9. Macarlar 10. Uzlar 11. Avarlar 12. Karluklar 13. Kumanlar / Kıpçaklar 14. Kırgızlar 15. Peçenekler 16. Diğerleri 17. Anadolu Selçukluları Dönemi ve Birinci Dönem Türk Beylikleri a. Anadolu Selçukluları b. Saltuklular c. Dânişmendliler ç. Mengücekler 18. İkinci Dönem Türk Beylikleri a. Eratnalılar b. Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti c. Hacıemiroğulları Beyliği ç. Akkoyunlular d. Taceddinoğulları Beyliği e. Şebinkarahisar Emirliği f. Erzincan Emirliği 19. Osmanlı Devleti Dönemi 20. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi a. Yeryüzü Şekilleri b. Akarsular c. İklim ç. Bitki Örtüsü d. Nüfus İKİNCİ BÖLÜM ETNİK YAPI 1. Trabzon Yöresinin Etnik Yapısı a. Kuzey Türklüğü b. Oğuz Boyları 1 Çepni 2 Bayındır 3 İğdir 4 Kınık 5 Salur 6 Yıva 7 Yüreğir ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİL 1. Trabzon Yöresi Ağızlarının Genel Durumu a. Birinci Ağız Yöresi b. İkinci Ağız Yöresi Harita 1 Ağız Araştırmaları iin Trabzon’da Derleme Yapılan Yerler Harita 2 Trabzon İli Ağız Yöreleri Haritası DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KÜLTÜR 1. Kurt Dede ve Tarihî Bağlantısı 2. Horan a. Horan Kelimesinin Kaynağı b. Horanın Coğrafyası c. Horan Giysileri ç. Horanın Temel Kuralları d. Horan Biçimleri e. Yörelere Göre Horan f. Horan Terimleri 3. Kemençe a. Kemençe Kelimesinin Kaynağı b. Kemençenin Coğrafyası c. Kemençenin Yapılışı ç. Kemençe Terimleri 4. Serender a. Serender Yapı Biçiminin Kaynağı b. Serender Yapı Biçiminin Coğrafyası c. Serender Kelimesinin Kaynağı ç. Serenderin Yapılışı d. Serender Terimleri 5. Ahşap Camiler a. Ahşap Cami Yapı Biçiminin Kaynağı b. Ahşap Camilerin Coğrafyası c. Araştırma Yapılan Ahşap Camiler ç. Ahşap Camilerin Yapılışı d. Ahşap Camilerde Öne Çıkan Bazı Motifler ve Tarihî Alt Yapısı e. Ahşap Camilerle İlgili Terimler Sonuç ve Değerlendirme
TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ Gevenes Köyü'nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa'nın en yakın arkadaşıdır. Bu ikili her akşam köy kahvesinde ''dama'' maçı düzenler, iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvehanedekiler tarafından ilgi ile izlenir. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ''Sarı Memet'' lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü'nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan'a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, ''Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem'' diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, ''Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et'' der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasını bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurmuştur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi'ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey'e, ''Babamın selamı var, bu adamı iyileştir'' diye yalvarır. Doktor Veli Bey, ''O ölecek, önce senin kolunu saralım'' diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak, ''Ben ölüyorum, hakkını helal et'' dedikten sonra can verir. Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü'nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI'dır... TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ Kütahya nın pınarları Kütahya'nın Pınarları Bundan 100-120 yıl önce Kütahya'da bir ailenin genç yakışıklı, sözü dinlenir, temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel, boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu, ele, avuca sığmadığı için arkadaşları ona "deli düve" ismini vermişlerdi düve buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş. İşte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç, deli düveyi ailesinden ister, fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez, bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar. Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar "kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız, kocanın da gözlerini kör ederiz" diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar, onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar " Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım" der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına "biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin" derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar. türkü sitesi - TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ hem okudum hemi de yazdim Hem Okudum Hemi de Yazdım Hem okudum hemi de yazdımYalan dünya senden bezdimDağlar koyağını gezdimYiten yavru bulunur muYavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum' Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, Yaşar ÖzürkütÖyküleriyle Türküler 3İstanbul, 2002 türkü sitesi - TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ misket MisketMisket, ufacık tefecik bir elma türü... Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı. Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe...Ankara'nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı... Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına. İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç, ''misket'' diyor Huriye' ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında. Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye'yi istetiyor. Babası, ''Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister. Annesi, Huriye'nin ağzını arar, fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe'nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe' Efe, çılgına döner. Kır Ağa'ya haber gönderir, ''Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz'' der. Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım'' diye...Kır Ağa, ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir. Tabii haberi götürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa'ya, Kır Ağa Osman Efe'ye kinlenir. Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yoları gözlüyor. Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun'' diyor. Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa' da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor. Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman'ın arıyor, göremiyor. Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan. Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü ÖzürkütTürkülerin DiliAnkara Kültür Kurumu YayınlarıStockholm 1987 türkü sitesi - TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ manda yuva yapmiş söğüt dalina Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türküsü'nün Hikayesi Hakkında değişik rivayetler vardır. Birisinde bir sohbet esnasında iki aşık asında yarışma seklinde sözler meydana çıkmıştır, ikinci rivayet ise şudur "Eskiden Tosy a halkı ticaret maksadı ile sürekli olarak saz dağını aşarak Çankırı tarafında "Öteyüz" denilen yöreye giderlermiş. Ekonomik ilişkilerinin yanında bu bölge ile sosyal ilişkilerde de gelişme görülür. Bu yüzden oyunda Karadeniz Bölgesinden ziyade İç Anadolu Bölgesi'nin etkisi görülür." Rivayetimiz şöyle "Aşığın biri Öteyüz'e giderken Fazlı isminde bir çobanla karşılaşır. Çoban orada sığır otlatmaktadır. Aşığı elinde saz ile görmüştür. Kendisi de yalnızlıktan canı sıkılmıştır. Aşığı yanına çağırır, kedisine bir şeyler çalmasını ister. Aşık pekala der, fakat aklına çalacak bir şey gelmez. Tam o esnada aşık vatandaşın birisinin öküzleri ile beraber çift sürmeye gittiğini görür." Bundan esinlenerek Sabahleyin erken çifte giderken, Öküzüm torbadan düşmüş gördün mü? Amanın Fazlım. Daha sonra sığırların içerisindeki mandaya gözü takılır. Manda yuva yapmış söğüt dalına, Yavrusunu sinek kapmış gördün mü? Amanın Fazlım. Dönüşte bir sohbet esnasında bu durumu dile getirir. Halk arasında hikaye şeklinde söylenir. Musiki Cemiyetinin kurulmasından sonra Hakkı Berber bu sözleri toplayarak bir araya getirir İsmail Okur Nayıpoğlu’da tiridine bandım nakaratını ekleyerek bestesini yapar. Mustafa Başefe Akçak ve arkadaşları da bunu oyuna dönüştürerek folklorumuza kazandırırlar. O günden bu güne çalınır, söylenir, oynanır. Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türküsü'nün HikayesiManda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türküsü'nün Hikayesi TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ kesik çayi biçilir mi ? Kesik Çayır Biçilir Mi?Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına valisi o yıl Meram'da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin, Mevlevi dedeleri Meram'daydı, çelebiler hepten Meram'daydı. Ve Vali paşanın yâveri, genç yâveri Meram'dan çok az inerdi Konya'ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü "Dutlu"dan Meram'a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu. "Sırtıma sepken yağıyor." "Yanuben yorgun gelirim."demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya'yı. Ama Konya'dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram'a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konaya'lı bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti. Konya'nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü. Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında "Günaydınlar" getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir "Ben" vardı ebabil gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram'ın o ördekbaşı ve şili çayırları o "incecik" çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmıya çalıştı. Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı. Derken efendim, Dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yâver öldü öldü Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, Ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya efendim, yâver "Haydi hoşçakalasız" diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına. Derken efendim, yâver "gidem" dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru "Konyalı" yı çağıraraktan yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını "incecik" çayırların üstünde vali paşa, yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü."İnce çayır biçilir miSular ayaz içilir miBana yardan vaz geç derlerYâr tat'lolur geçilir mi"Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. "İnce çayır biçilir mi?" Biçtiler bile."Aman ben yandım, paşam ben yandım,Ellerin köyünde vuruldum kaldım."Kaynak Kamil UĞURLU Bir Konya Türküsünün Doğuş Hikayesi Türk Folklor Araştırmaları-Kasım 1963
karadeniz bölgesi türküleri ve hikayeleri